Ana Sayfa Tunç Şatıroğlu Yazılar Tunç Şatıroğl...

Tunç Şatıroğlu: Dünyayı Yöneten Kapitalist Şebeke

Wall Street işgali hareketi ABD’den başlayarak dünyanın başka köşelerine de yayılıyor. Protestocular eylemlerini ABD’de demokrasiyi bankaların elinden kurtarma hareketi olarak tanımlıyorlar. Gelir dağılımının %1’lik bir kesim lehine giderek bozulduğuna işaret çeken protestocular, problemlerinin finans kurumları nedeniyle oluştuğu konusunda neredeyse hemfikirler. Protestoların görülmediği ülkemizde de bazı insanlar arasında birilerinin bir masa etrafında oturup, dünyayı paylaşıp, yönettiği inanışı yaygındır. Amerika’da kimdir bu %1 konusu tartışılıyor ve bu konuda çeşitli çalışmalar yapılıp yayınlanıyor. Ancak hem bizdeki komplo teorilerine inanan kesimde hem de ABD’de protestocularda bu kişilerin bir kısım bankerlerden oluştuğu görüşü hâkim bulunuyor. Bu görüş şimdiye kadar dogma olmaktan öteye gidememiş, ve iddiaların ne doğruluğu ne de yanlışlığı ispatlanabilmiştir. Üzerinde tartışmalar halen sürmekte olan ve geçen ay Zürih ETH’dan üç bilim insanı tarafından yazılıp New Scientist Dergisi’nde yayınlanan bir araştırmaya göre gerçekler söz konusu dogmalardan çok daha karmaşık.

Bu bağlamda araştırmaya girmeden önce Rothschild Ailesi hakkında da bir iki söz söylemek gerekir. Rothschild Ailesi tarihteki en başaralı iş hanedanıdır. 2005 yılında Forbes Dergisi, ailenin kurucusu olan Mayer Amschel Rothschild’i gelmiş geçmiş en büyük işadamları listesi içinde ilk onda göstermiş ve onu modern uluslararası finansın kurucusu olarak nitelendirmiştir. Rothschild’lerin hikâyesi başlı başına bir makale konusudur. Burada sadece Mayer Rothschild’in “Bana bir ülkenin para arzının kontrolünü verin, yasaları kimin yaptığı umurumda bile olmaz.” sözüne biraz değinmek istiyorum.

Rothschild’in bu sözü birçok komplo teorisinin oluşmasına, propagandaya ve tartışmaya konu olmuştur. Rothschild’in anlatmaya çalıştığı şey aslında şudur: Para arzını kontrol edebilen biri, parayı bollaştırarak enflasyon yaratabilir. Bunu yapmadan önce borçlanıp, o borç parayla da mal mülk edinir. Enflasyon oluşunca tüm mal ve mülklerin fiyatları artar. O da daha yüksek fiyattan elindekileri satar ve enflasyonun erittiği borcunu da kolaylıkla ödeyip servetini katlamış olur. Aynı şekilde para arzını kısarak da deflasyon yaratabilir. Bunu yapmadan önce elindeki tüm mal ve mülkünü satar, nakit parasını faize yatırır. Deflasyon sonunda fiyatlar da düşmüş olur. Çok daha ucuzdan bunları faizde katlanmış parasını kullanarak satın alır ve servetini yine katlar. Burada anlatılmak istenen aslında bir ülkeyi yönetmek veya kontrol etmek değil, para arzını kontrol edebilenin kendisine nasıl servet transfer edebileceğidir. Nitekim 1. Dünya Savaşı sonunda çok yüksek savaş tazminatı ödemek zorunda kalan Almanya, para arzını arttırıp hiper enflasyon yaratmak suretiyle borcunu reel olarak hemen hemen sıfırlamıştır.

James Glattfelder

Zürih ETH araştırmacılardan James Glattfelder, “Gerçekler o kadar karmaşık ki, gerek komplo teorisi tabanlı gerekse serbest piyasa anlayışına dayalı dogmalardan uzaklaşmak zorundayız. Bizim araştırmamız gerçekler üzerine” diyor. James Glattfelder’in Zürih ETH’ya sunduğu doktora tezi araştırmanın çekirdeğini oluşturuyor. ETH’da gelişen şöyle bir anlayış var: “Evrenin başlangıcını anlayabilmek için milyarlarca dolar harcıyoruz ancak daha hala kararlı bir toplum, işleyen bir ekonomi ve barış için gerekli şartları anlayabilmiş değiliz.” Antik çağlarda Anaximenes de Pisagor’a bu bağlamda bir soru sormuş ve “Etrafımda kölelik ve ölüm kol gezerken neden uzaklardaki yıldızların gizemini anlamak için uğraşayım” demişti. Şimdi ETH’da sistem tasarımı konusunda çalışan bir grup fizikçinin ekonomi konusuna el atıp farklı bir bakış açısı sundukları çalışmaya bir bakalım. İsteyenler orijinal metni http://arxiv.org/PS_cache/arxiv/pdf/1107/1107.5728v2.pdf uzantısından indirebilirler.

Şebekenin 3 boyutlu modeline ait video

Araştırma 2007’de 194 ülkede 37 milyon ekonomik aktör (halka açık ve kapalı şirketler, hissedarlar, devlet kurumları, vakıflar vb) incelenmiş. Bunun sonucu olarak 116 ülkede 43.000 uluslararası şirket bulunmuş ve onların tanımladığı 600.000 düğümlü bir şebeke ortaya çıkmış.

network

Şekil 1: Her daire bir şirketi temsil ediyor, Kırmız ile daha çok şirketi kontrol eden şirketler belirtilirken çizgiler şirketler arasındaki bağlantıları tanımlıyor. Ortada ve aşağıda yer alan kırmızı noktalardan oluşan kümedeki bağlantıların çokluğu dikkat çekiyor.

Araştırmadaki kontrol kavramı ortaklık yapısına dayanıyor. Şebekede yaklaşık 23.000 küçük küme bulunurken, düğümlerin %73’ünün bulunduğu bir tane büyük küme keşfedilmiş. Ayrıca faaliyet gelirlerinin %94’ü de bu büyük kümede bulunuyor. Büyük kümenin merkezinde 1.300 kadar genelde Britanya ve ABD merkezli finans şirketlerinden oluşan küçük ancak baskın bir çekirdek yer almakta. Biraz daha açacak olursak:

· 737 ekonomik aktör 43.000 uluslararası şirketin faaliyet gelirlerinin %80’ini kontrol ediyor

· Çekirdekteki 147 ekonomik aktörün kontrolündeki 50 şirketin kontrol gücü %40

· Yani %1’den küçük bir kesim tüm şebekenin %40’ını kontrol etmekte

Büyüklük sırasında göre merkezde bulunan şebekenin %40 kontrol gücüne sahip 50 şirket

1. Barclays plc
2. Capital Group Companies Inc
3. FMR Corporation
4. AXA
5. State Street Corporation
6. JP Morgan Chase & Co
7. Legal & General Group plc
8. Vanguard Group Inc
9. UBS AG
10. Merrill Lynch & Co Inc
11. Wellington Management Co LLP
12. Deutsche Bank AG
13. Franklin Resources Inc
14. Credit Suisse Group
15. Walton Enterprises LLC
16. Bank of New York Mellon Corp
17. Natixis
18. Goldman Sachs Group Inc
19. T Rowe Price Group Inc
20. Legg Mason Inc
21. Morgan Stanley
22. Mitsubishi UFJ Financial Group Inc
23. Northern Trust Corporation
24. Société Générale
25. Bank of America Corporation
26. Lloyds TSB Group plc
27. Invesco plc
28. Allianz SE 29. TIAA
30. Old Mutual Public Limited Company
31. Aviva plc
32. Schroders plc
33. Dodge & Cox
34. Lehman Brothers Holdings Inc*
35. Sun Life Financial Inc
36. Standard Life plc
37. CNCE
38. Nomura Holdings Inc
39. The Depository Trust Company
40. Massachusetts Mutual Life Insurance
41. ING Groep NV
42. Brandes Investment Partners LP
43. Unicredito Italiano SPA
44. Deposit Insurance Corporation of Japan
45. Vereniging Aegon
46. BNP Paribas
47. Affiliated Managers Group Inc
48. Resona Holdings Inc
49. Capital Group International Inc
50. China Petrochemical Group Company

Bu çalışmanın ışığında çekirdekte 147 ekonomik aktörün bulunuyor olması bunların siyasi güç elde edecek sürdürülebilir bir kartel oluşturması için sayılarının çok fazla olduğunu gösteriyor. Deutsche Bank’a karmaşık sistemler konusunda danışmanlık veren uzmanlardan George Sugihara bu tür süper yapıların doğada da sıkça görüldüğünü söylüyor. Şebekeye yeni ekleneler daha çok bağlantıları olanlarla bağlantıya geçmeyi tercih ediyorlar. Birbirlerinden hisse almaları dünyayı kontrol etmek için değil iş yapıp para kazanma nedeniyle oluyor. Para akışının en çok bağlantılı olan üyelere doğru gerçekleşiyor olması ekonominin kendi kendini düzenliyor olmasından kaynaklanıyor. Bizdeki para parayı çeker sözü de bu gerçeği daha basit olarak anlatır. 147 sayısı kartel oluşturmak için yüksek  kalmakta ve bu ekonomik aktörler piyasada birbirleriyle rekabet ediyorlar. Ancak bu 147 ekonomik aktörün ortak bir tehdit altında kalmaları veya ortak bir çıkarlarının bulunması durumda birlikte hareket etmeleri yüksek bir olasılıktır.

network2

Şekil 2: Merkezdeki şirketlerin birbirleriyle olan bağlantıları. Kırmız noktalar AB, maviler ABD kökenli şirketleri temsil ediyor. Yeşiller ise diğer ülkelerin şirketleri

Araştırmanın sonuçlarını anlamsız ve yanlış bulanlar ise hissedar olmanın aynı zamanda kontrol gücü vermediğini vurgulamaktadırlar. Araştırmanın konusu şirketlerin hissedarları arasında yatırım fonları da bulunuyor. Bu fonları yönetenler de aslında şirket yönetiminde söz sahibi olmuyorlar. Hatta bazen fonlar bu şirketlerin hisselerine kısa süreliğine sahip olabiliyor ve şirket yönetiminin ne yaptığına aldırmıyorlar bile. Ancak fonların genelde bir takım yatırım kriterleri oluyor. Bu kriterleri yerine getirmeyen şirketlere yatırım yapmıyor veya önceden yatırım yapmış oldukları şirketler artık istedikleri kriterleri yerine getiremiyorsa ellerindeki hisseleri boşaltıyorlar. Şirket yöneticilerinin de servetlerinin önemli bir kısmı şirket hisseleri veya bunlara dayalı opsiyonlarda olduğundan ister istemez onlar da fonların beklentilerini karşılamak zorunda kalıyorlar.

Çalışma küçük bir kesimin küresel ekonomiyi kontrol eden bir güce sahip olduğunu gösterme amacını taşımıyor. Çekirdekteki şirketlerin birbirleriyle çok bağlantılı olmaları küresel ekonomik kararlılık konusunda önemli bir anlayış içeriyor. Bunlardan biri sıkıntı yaşadığında sorun tüm şebekeye yayılıyor. İşlerin bu kadar birbirine bağlı olması endişelendirici boyutlara varmakta. Zira finansal şirketler arasındaki bu sıkı ilişki daha yüksek bir sistematik riske neden oluyor. Araştırmanın 2007 verileri yerine güncel verilerle yapılmış olması daha ilginç olabilirdi ancak Yeni Dünya Atlası ve Yeni Türkiye Haritası adlı yazımda bahsettiğim çalışma gibi bu da 2008 krizinden önceki durumu gösteriyor. O araştırmada Yunanistan’daki refah düzeyinin sürdürülemez olduğu görünüyordu. Bu çalışmada ise çekirdekteki 50 şirketten birinin sıkıntıya girmesinin tüm sistemi zorlayacağını görüyoruz. Listede 34. Sırada bulunan Lehman Brothers Holdings’in batması sonucu krizin derinleşmesine hep birlikte şahit olduk. Bugün de 25. sıradaki Bank of America’nın zor durumda olduğunu görüyoruz. İlerleyen günlerde bu durumun etkilerini göreceğiz.

Birbirleriyle ilişkili bu oluşum dünyayı yönetmek amacıyla kötü niyetli kişiler tarafından değil doğal yollardan oluşuyor. Ancak bu oluşumun doğal olmakla beraber sürdürülebilir bir ekonomi için faydalı olduğu anlamına da gelmiyor. Lehman Brothers örneğinde gördüğümüz gibi ekonomiyi daha kırılgan ve riskli yapabiliyor. Bundan başka ulus devletleri tehdit eden ve onların yerini alacak bir kapitalist şirketler imparatorluğu da ufukta görünmüyor. Yine de ulus devletleri tehdit etmese de onların egemenlik gücünü sınırlayacak güçte  bir yapının var olduğu görülmekte. Ancak bu konuya yaklaşırken dogmalardan ve komplo teorilerinden uzaklaşmamız, bilimsel yaklaşımın gerektirmiş olduğu gerçek verilere dayanan bir analiz yapılması gerekiyor.

Tunç Şatıroğlu, 4 Aralık 2011