Ana Sayfa Tunç Şatıroğlu Yazılar Ejderha Yılın...

Ejderha Yılında Türkiye ve Çin

cin-09

Çin takvimine göre ejderha yılında bulunuyoruz. Bu yılda yaşanan bazı gelişmeler önümüzdeki yıllarda küresel güç dengelerinde önemli değişikliklere neden olacaktır. Uzun vadedeki etki potansiyelini ilk bakışta göremediğimiz günlük gelişmeleri daha bir de stratejik açıdan inceleyelim.

İlk bakmamız gereken olay Çin Merkez Bankası’nın yuanın ABD doları karşısındaki dalgalanama bandını yüzde bire çıkartmasıdır. Bundan bir ay kadar öncesinde de Çin Merkez Bankası Şangay’ı 2015 yılına kadar yuan işlemlerinde küresel bir merkez haline getirmenin stratejik önemine vurgu yapmıştı. Çinliler 2020 yılına kadar da Şangay’ı küresel bir finans merkezi yapmak istiyorlar. Çin, yuanın ileride uluslararası piyasalarda geçerli bir para birimi olmasını ve ticarette yaygın olarak kullanılmasını arzuluyor. Ancak bu büyük Çin stratejisinin ana hedefi değil sadece atılması gereken adımlardan biri.

“Çin ekonomisi hızla büyüyor ve zaman içinde dünyanın en büyük ekonomisi olacak, bunun sonucu olarak para birimi de rezerv para birimi olacak” gibi düz mantıkla, başka faktörleri dikkate almadan yapılan çıkarımların hatalı olduğunu Çin’in uzmanları biliyor ve stratejilerini buna göre oluşturuyorlar. Yuanın 30 yıl içinde rezerv para olarak doların yerini alması gibi bir sonuç beklenmiyor. Öyleyse Çin ne yapmak istiyor?

Para birimi savaşları

Çin’de çok popüler olan “Para birimi savaşları” serisinin yazarı Song Hongbing (宋鸿兵), ekonominin bir teori ya da bilimden ziyade siyasi oyunun bir parçası olduğunu düşünüyor. Song Hongbing ekonomiyi savaş gibi değerlendiriyor. Song, 14 yıl ABD’de bulunmuş ve 20 yıldan uzun süre de Çin’de yaşamış olduğundan ekonomiye hem batılı hem de Çinli gibi yaklaşabiliyor. Song’a göre Çin’in küresel bir güç olabilmesi için askeri güçten fazlasına ihtiyacı var. Buna göre ABD ile Çin arasındaki rekabet askeri alandan ziyade ekonomi ve finans alanında olacak. Song, “Üzerinde ne kadar çok düşünürsem insanların çoğunun ABD’nin finansal gücünü ne kadar azımsadığını anlıyorum” diyor. Kitaplarında paranın ulusların ve dünyanın kaderinden ne kadar önemli bir rol oynadığını vurgulamaya çalıştığını belirtiyor.

“Dünyayı yöneten kapitalist şebeke” adlı yazımda bahsetmiş olduğum Zürich ETH’da 37 milyon şirket hakkında gerçekleştirilen bir çalışma Song’un görüşlerini desteklemede önemli bir yer tutuyor. Araştırmanın sonucunu kısaca özetleyecek olursak 37 milyon şirketin oluşturduğu bir grubun yüzde 40’ının 50 tane şirket tarafından kontrol edildiğini görüyoruz. Bu 50 şirket ise 147 ekonomik aktör tarafından kontrol ediliyor. 147 sayısı kartel oluşturmak için yüksek bir sayı olmakla beraber ortak bir tehdit veya çıkar oluşması durumunda bu aktörlerin birlikte hareket etmesini bekleriz. İşte bu noktada Song bir ekleme yapıyor.

1940’larda ABD sanayisinin yüzde 60’ının toplam 60 tane aile tarafından kontrol edildiğini ancak bunların daha sonraları büyük servet listelerinden çıktıklarını söylüyor. Song’a göre tüm servetini hayır işi için kurulan vakıflara devreden bazı hayırseverler olsa da bunların sayısı çok değildir. Bu bağlamda 1930’lardan sonra birçok varlıklı aile vakıflar kurarak işletmelere sahip olma amacı yerine onları kontrol etmeyi seçtiler. Bu nedenle Song, dünyadaki önde gelen ve hayati önem taşıyan işletmelerin birkaç ailenin kontrolünde olduğunu düşünüyor. Şu anki gidişata göre dünya liderliğinin ABD ve Avrupa Birliği arasında bir yarış olduğunu ve Çin’in istese de rekabet edebilecek düzeyde olmadığını düşünüyor.

Song’a göre Çin sadece ekonomik anlamda değil genel olarak da çok kırılgan bir ülke. Hatta devasa ekonomik tabanı bile çok kırılgan bir temele sahip. “İhtiyacımız olan enerji ve hammaddeler ile ticaret için dışarıya bağımlı olduğumuz sürece nasıl küresel bir güç olabiliriz ki?” diye soran Song, 1930’lardaki ABD ekonomisinden örnek veriyor. 2. Dünya Savaşı öncesinde ABD ekonomisindeki büyümenin sadece yüzde üç kadarı dışarıdan kaynaklanıyordu. O yıllarda ABD ekonomisinin yabancı pazarlara ihtiyacı yoktu ama o pazarların ABD’ye ihtiyacı vardı. ABD bugün bir süper güç haline gelmiş olsa da ekonomik büyüklüğünün sadece yüzde sekiz kadarı dış pazarlardan kaynaklanıyor. Oysa bu oran Çin’de yüzde otuz büyüklüğünde. Yani bu durumda ekonomisi ne kadar büyüse de Çin ABD’ye rakip olamaz. Yuan da önümüzdeki otuz yıl içinde rezerv para haline gelemez.

Song’un Çin için çizdiği yol haritası şöyle: Çin’in öncelikle iç pazarının büyütmesi gerekiyor. Eğer Çin pazarı dünyanın en büyük pazarı olmazsa yuan da rezerv para birimi olamaz. Yuanın uluslararası bir para birimi olmasının tek amacı doların yerine rezerv para birimi olmaktır. Ancak büyümesi ihracata dayalı bir ekonomi bunu başaramaz. Song burada Almanya ve Japonya’nın zamanında mark ve yen ile bunu denediğini ancak bu para birimlerinin uluslararası para birimleri içinde yüzde yediden daha fazla yer edinemediğini söylüyor. İşte bu nedenle yuanın uluslararası olması halinde Çin Merkez Bankası’nın yuan üzerindeki kontrolünü kaybedeceğini, zira türev enstrümanlar ile birlikte oluşacak parasal büyüklüğün Çin’de gerçekleşen hacimden çok daha fazla olacağının altını çiziyor.

Bunun için Almanya’nın markını ve iç pazarını terkedip avroya geçerek hem avronun hem de AB pazarının kontrolü ele geçirdiği gibi Çin’in yuan yerine Asya’da ortak bir para birimine gitmesi gerektiğini söylüyor. Yani bir anlamda Japonya, Çin ve Güney Kore tıpkı Avrupa Birliği gibi devletler üstü bir yapıya geçecek ve Kuzey Amerika ve Avrupa Birliği pazarlarına rakip büyüklükte bir pazar ve para birimi oluşturacaklar. Ancak o zaman Çin AB ve ABD karşısında küresel bir güç haline gelebilecektir.

Bu devasa projenin gerçekleşebilmesi için öncelikle ülkeler arasındaki tarihi sorunların giderilmesi gerekiyor. Ancak Asya merkezli gücünün büyümesinde son adımda Türkiye kilit oyuncu olarak karşımıza çıkıyor.

Kanal Finans olarak Prof. Dr. Erol Manisalı ile küreselleşme ve batı kapitalizminin geleceği konusunda yaptığımız röportajda kendisi Çin’in büyümesi konusuna da değindi. Manisalı görüşmede Zbigniew Brzezinski’nin görüşlerinden bahsetti. Brzezinski’nin görüşlerine göre Asya Pasifik eksenli büyümenin kontrol altına alınabilmesi için Rusya’nın ve Türkiye’nin bu gruba kaptırılmaması gerekiyor. Hatta Rusya kaptırılsa bile Türkiye’nin kaybedilmemesi şart. Erol Manisalı da bugün yaşadığımız birçok uluslararası gelişmenin aslında bu büyük stratejik rekabetin bir parçası olduğunu savunuyor. Brzezinski kontrolün önemini ve geçmişe göre ne kadar güç olduğunu en iyi anlayan jeopolitik uzmanlarından biridir. “Eskiden bir milyon insanı kontrol etmek bir milyon insanı öldürmekten kolaydı. Oysa bugün bir milyon insanı öldürmek, bir milyon insanı kontrol etmeye göre sonsuz daha kolaydır.” sözleri yüzünden Brzezinski çok eleştiri almıştır. Brzezinski bu sözleriyle aslında kitle imha silahlarının ne kadar güçlü olduğunu ancak iş insanları kontrol etmeye gelince aynı silahların bir o kadar da etkisiz olduklarını ifade ediyor. Kontrol artık eskiye göre çok daha zor ve çok daha önemli. Küresel kontrolde de kilit ülkelerden biri Türkiye. Senaryolar da buna göre oluşturuluyor.

Song’un stratejik yol haritasına göre kurulacak olan Asya birliğinin Rusya ile ittifak yapması çok doğal. Zira bunun sonunda ihtiyaç duydukları enerji ve doğal kaynaklar kendi pazarlarına entegre olmuş olacak. Ancak Brzezinski neden özel olarak Türkiye üzerinde duruyor? Bunu anlamak için George Friedman’ın Türkiye üzerine görüşlerine bakmalıyız:

“Büyük Güç” Türkiye

STRATFOR’un kurucusu ve başkanı George Friedman’a göre Türkiye bir “Büyük Güç” (Great Power) olma yolunda ilerliyor. Friedman’ın görüşlerine değinmeden önce şunu eklemek istiyorum. “Yeni Dünya Atlası ve Yeni Türkiye Haritası” adlı yazımda anlattığım MIT ve Harvard Üniversiteleri tarafından 2008 verileriyle hazırlanmış olan ülkelerin ekonomik büyüme potansiyelleri üzerine yapılmış olan çalışmada da Türkiye’nin bu yolda olduğu görülüyor. Hatta Yunanistan ekonomisinin çökeceği de grafiklerden anlaşılıyordu.

Friedman olaya sadece ekonomik olarak değil, askeri, demografik ve tarihi açıdan da yaklaşıyor. Friedman diyor ki “Türkiye bölgedeki en büyük ekonomi ve en güçlü orduya sahip”. Ayrıca tarih boyunca uzun yıllar İslam ülkelerini organize edip liderliğini yapmış. Suudi Arabistan hem ekonomi hem de silah gücü açısından Türkiye’nin çok gerisinde. Friedman, bir söyleşide Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Alman Silahlı Kuvvetleri’nin bir öğleden sonra, Fransızları ise bir saat içinde yok edebilecek güçte olduğunu söylüyor. Sonra da şakayla karışık olarak İngiltere Türkiye’den güçlü görünse de aslında kimin daha güçlü olduğunu anlamak için “Türk Silahlı Kuvvetleri ile İngilizlerin arasında iyi bir çarpışma görmek isterdim” diyor. Friedman Türkiye’nin hali hazırda bir güç “power” olduğunu fakat henüz büyük güç “great power” olmadığını ancak ABD’nin 1900 yılı ile 1. Dünya Savaşı arasında geçirmiş olduğuna benzer şekilde büyük güç olma yolunda ilerlediğini söylüyor.

Friedman, Çin’de yüz milyonlarca fakir insanın ağır şartlarda yaşadığını vurguluyor. “Çin bir milyar kızgın köylünün ayaklanmasından kurtulamaz” sözü ile mevcut durumun sürdürülemeyeceğini düşünüyor. Prof. Dr. Erol Manisalı ise Çin’deki mevcut durumu “Gittiği yere kadar gider” şeklinde özetliyor. Friedman’a göre Çin bir şekilde parçalanacağı için asla küresel bir güç olamayacak ancak Japonya bu boşluğu dolduracak.

Eğer Çin iç sorunlarını aşabilir, iç pazarını büyütüp diğer Asya ülkeleri ile bir Asya birliği yoluna gidebilirse, Türkiye’yi kendi alanına dâhil etmesi durumunda süper güç olmakla kalmayacak, batıya da üstünlük sağlamış olacak. Çin’in Türkiye’de hızlı tren işine girmek istemesine ve Türkiye ile yakınlaşmasına sadece ticari gözle değil bir de stratejik gözle bakmak gerekir.

Friedman’ın düşündüğü gibi Çin parçalanır da Japonya bu boşluğu doldurursa, bu sefer de Japonya liderliğindeki Asya’nın batıya üstünlük sağlaması için Türkiye’yi kendi bloğuna dâhil etmesi gerekecek.

Yazımın başında değindiğim ejderha, Moğol, Kore, Çin, Japon ve Türk efsanelerinde rastlanan bir yaratıktır. Kutadgu Bilig’in yazarı Yusuf Has Hacip ejderhadan evren diye bahseder. Ejderha hakkında “Yarattığı evren durmadan döner, onunla birlikte zaman da döner” diye yazmıştır. Ejderha Türk, Moğol ve Çin takvimlerindeki 12 hayvan içinde gerçek olmayan tek canlıdır. Kesin olarak bilinmemekle beraber Büyük Hun İmparatorluğu’nun bayrağı da turuncu fon üzerinde yer alan sarı ejderhadır.

Bir Asya birliğini oluşturamasalar bile 21. Yüzyıl’da ejderha kültüründen gelen ülkeler “büyük güçler” haline gelecek ve ittifak kuracaklardır. 2012 ejderha yılıdır ve belki de 21. Yüzyıl ejderha yüzyılı olarak tarihe geçecektir. Bu demek değildir ki sorunlarımızı bir çırpıda çözeceğiz. Ancak asla ümitsizliğe kapılmamalı ve böyle gelmiş böyle gider dememeliyiz. O zaman bir zamanların hasta adamının nasıl silkinip ayağa kalktığını, “onunla birlikte zamanın nasıl döndüğünü” herkes görecektir.

Tunç Şatıroğlu, 19 Nisan 2012